Cumhuriyet’in o zaman ikili bir probleminden, bugüne intikal etmiş, bugünkü kültür politikaları bakımından tayin edici ikili sorunundan söz edelim. Bunlardan birisi şu: Bu bellek-kimlik ilişkisi içinde kendi klasikleri ve kanonlarıyla yeteri kadar ilişki kuramadı Cumhuriyet dönemi. Kuramazdı, çünkü bunu sağlayacak birikimi yoktu. Divan edebiyatı ve Osmanlı müziğini herkes bütün ayrıntısıyla biliyordu ama “bunu bırakalım, Batı müziğine dönelim” dediğiniz zaman “Türk Beşlileri” diye adlandırdığımız beş kişiye yaptırdıklarını yaptırmak zorundaydı. Ama orada bile güçlü bir sentez arayışını ihmal etmedi. Türküleri çoksesli hale getirmelerini istediler, sonra da Çayda Çıra, Köçekçe yazmalarını beklediler. Öyle de oldu. Bu ihmal edilecek bir başarı değildir. Necil Kâzım meseleyi Itrî’ye kadar götürdü. Bu yanlış bir yaklaşım değildi. Nesi yanlıştı bunun? Yanlışlık bizim özgül ve özgün kültürümüzü yok saymaktı. Bir dönem o yanlışa düşüldü. Ama bu örnekler onun aşılacağını da gösteriyor. Bu Türkiye’nin büyük zenginliğidir. Batı kendi dinsel müziğini çekirdek olarak kullandı, Beethoven’a, Mozart’a kadar geldi. Biz onu olduğu yerde bıraktık, kendi iç dönüşümüyle devam ettiremedik. Ama bugün iki kültüre de sahip olma gibi bir zenginliğimiz var. Bunları bir arada kullanabiliriz. Fakat klasik Batı müziğini yapmak da öyle o kadar kolay, bir gecenin içinde öğrenilecek bir şey değil. Ama klasik Türk müziğini dinlemek de öyle kolay değil. Bach’la Meragi aynı kulağa ve kültürel birikime ve zihniyete hitap eder. İnsanlar bu müziklerin hiçbirini doğuştan kulaklarında getirmez. Müzik dinlemeyi öğrenmek bir kültür işidir. Müzik yapmak da, bir müzikten diğerine geçmek de öyle. Cumhuriyet bunu denemiştir ama kendi radikalizmi içinde kalmıştır. Adnan Saygun anlatıyor, masanın başında toplanıyorlar, “ne için toplandık, müzik devrimi yapacağız” diyorlar. Sürekli yukarıdan, saraydan telefon geliyor, “devrim oldu mu, bu devrim oldu mu olmadı mı” diye. Böyle bir birikim eksikliği ve ihtiyacı söz konusuydu. Birincisi bu, ama buna rağmen bir diretme, dayatma demeyeyim de, bir diretme devam etti. Bu örneği genişleteyim. Dünyada en çok müracaat edilen tiyatro kişiliği, artık her yerde bilinen kişilik Hamlet’tir. Herkes Hamlet’i yeniden üretiyor. Antik Yunan klasiklerini, herkes Sofokles’i, Euripides’i yeniden üretiyor; bitmez tükenmez kaynak. Ama biz Abdülhak Hamit’in biraz da bunlardan etkilenerek kaleme aldığı bütün o Finten’leri, Tarık’ları yeteri kadar kullanmıyoruz. Bunun zamanının geldiği kanısındayım. Yeni bir metot ve yeni bir anlayışla birisi çıkacak ve diyecek ki: Şunlara da bir bakalım; burada da, Tanzimat tiyatrosunda, Meşrutiyet tiyatrosunda birçok farklı yorumlar içinde ele alınabilecek ve bugün üstünde tartıştığımız konuların kaynaklarını oluşturacak metinler var, bunları yeniden üretelim. Ben bunun gerçekten çok kısa bir süre içinde patlama halinde yaşanacağına inanıyorum. İnanıyorum, çünkü Türkiye neticede son 10 yılda güncel sanat dediğimiz alanda dünyayı yakalamıştır.
