Özellikle ekolojik kriz dünyanın en önemli krizi. Aslında toplumun önemli bir kesimi iş dünyasını ekolojik krizin müsebbibi olarak görüyor. “Müsebbibi ise o zaman o çözsün” diye de düşünüyor. Çözsün ama nasıl çözer? Çözemez tabii, belki getirebileceği çözümler söz konusu krizin maliyetini azaltmak, tehlikeyi geciktirmek, azaltmak babında olabilir ve bunun için çaba gösterebilir, yatırım yapabilir. Öte yandan birleşerek büyüyen şirketler küresel ekonomide çok yaygınlaştılar. Buradan da yola çıkarak aslında diyebiliriz ki, eğer küresel problemlere ilişkin farkındalık oluşturabilecek, bu konuda yatırım yapabilecek, beşeri sermayeyi, fiziki sermayeyi haiz, aynı zamanda ortak hareket kapasitesine az çok sahip bir grup varsa ya da görece daha yüksek kapasiteli olan bir grup varsa,
o da iş dünyasıdır.
Az önce iş dünyasındaki parçalı yapıdan bahsettik. Dünyanın her tarafında diğer kesimler daha da parçalı yapıları haizler. Ayrıca siz küresel etkiden bahsettiniz, iş dünyasının küresel bağlantılarından gelen bir etki. Bu tür bağlantıları, evet, bazen emek kesimi de kurabiliyor ama iş dünyası kısmen daha kolay ve daha rahatlıkla kurabiliyor. Yani küresel bir ağ ve fikirlerin yayılmasına ilişkin bir platform oluşturmak mümkün ve bu da aslında iş dünyasının yapabileceği bir şey.
Gerçi bunlar yapılsa da problemlerin çözümü kolay değil. Dediğiniz gibi doğru sosyal sorumluluk projelerinin niteliği önemli, medyatikleşme amacıyla yapılmayan projeler, bir kuruluşun sadece kendi çıkarları için değil, duyarlılık, farkındalık oluşturmak için de çaba göstermesi elbette önemli.
Birleşmiş Milletler’in adını Global Compact koyduğu Küresel Etki Platformu’nun aslında önemli on ilkesi var. Zaten iş dünyası kendi kuruluşlarında sadece bu ilkeleri hayata geçirse, başka hiçbir şeyi yapmaksızın sosyal sorumluluk projelerine katkıda bulunsa, bu bile çok önemli bir adım olur. Oysa söylemi düzgün, sürdürülebilir kalkınmaya niyetli görünen, bu konuda yatırım bile yapan ama kendi pratiği aslında ekolojik krize tam da çanak tutan çok kuruluş var dünyada. Sadece Türkiye’de değil, dünyada. İşte bu ikili duruşa ilişkin de iş dünyası içinde bir duyarlılık oluşturulabilir. Örneğin dünyada farklı ülkelerde ve farklı bölgelerde birçok sektörde oto-regülasyon ya da kendi kendine düzenleme dediğimiz mekanizmalar var. Yani bir kamu otoritesinin düzenleme yapmasına gerek kalmaksızın ya da ondan beklemeksizin sektörün kendi düzenleme standartlarını ortaya koyması ve bu standartlara uymayanlara farklı cezalar uygulanmasını sektördeki tüm oyuncuların norm olarak kabul etmesi. Bu tür önlemlerin uygulamaya geçirilebilmesi için öncü tutum gerekir. Bu da tabii birçok farklı şeyi bir arada yapmayı gerektiriyor. Kaynak ayıracaksınız, eşgüdüm sağlayacaksınız, farklı şirketlerle, farklı kuruluşlarla, kendi aranızda. Yine bir konsensüs sorunu çıkıyor karşımıza.