“Özel sektör kendi yararına olan şeyleri talep ediyor, rant isteniyor” dedi Refet Hocam. Sadece rant da olmayabilir bu. Yani rekabet gücünü artıracak şeyler olabilir, uluslararası alanda etkinliğini artıracak şeyler olabilir... Bu taleplerde özel sektörün çok da geri olduğunu zannetmiyorum. Galiba sizin üzerinde durduğunuz, belki kısa dönemde özel sektörün yararına olmayacak, ama ekonominin sağlıklı yönlendirilmesi için veya toplumun refaha kavuşması için daha uzun vadeli, özel kesimin çıkarlarıyla bire bir bağlantılı olmayan şeyleri talep etmiyor.
Bunun iki nedeni olabilir. Ya bu bilinçte değildir özel kesim, umursamıyordur böyle şeyleri, kendi çıkarları peşindedir, kendisi bir yaşam mücadelesi içinde olduğu için kendi kısa vadeli yararlarının ötesini görmüyor olabilir. Veya talep etmesinin sonuç vereceğini düşünmüyordur. Bence şu neden de çok önemli: Geleneksel olarak özel kesim devlete bağımlı olduğu için özel kesimin politika seçeneklerine ilişkin çalışmaları, talepleri, belki bizim arzu ettiğimiz düzeyde, örnek almak istediğimiz ülkeler düzeyinde dikkate alınmıyor. Veya bunları değerlendirecek kurumsal mekanizmalar Türkiye’de tam oluşmamış. İyi niyete dayalı, olumlu bir diyalog ortamını sürdürme arzusuyla oluşturulan, ama kurumsal bir yapısı olmayan bazı mekanizmalarla bu diyalog sürüyor. Enformel mekanizmalar ile sürdürülüyor. Bunun da tabii kalıcı olmasını ve her zaman iyi sonuçlar vermesini beklemek mümkün değil.
Dilerseniz biraz da sanayimizin durumuna değinelim.
Kendi deneyimlerime bakarak Türkiye’de sanayi yatırımlarını değerlendirmeye çalıştığım zaman rakamlar, somut veriler bir yana, Türkiye’de ciddi, büyük ölçekli sanayi yatırımlarının eskisi gibi ön planda olmadığını görüyorum. Eskiden herkesçe bilinen, hatta iş yaşamıyla belki de doğrudan ilişkisi olmayan gazete okurlarının bile farkında olduğu büyük özel sektör imalat sanayi projeleri vardı. Bunlar bilinirdi, konuşulurdu, bunların gerçekleşmesi izlenirdi. Devreye girecekleri tarih bilinirdi ve beklenirdi. Şimdi böyle bir ortam yok gibi geliyor bana. Öte yandan inşaatın ne kadar öne çıktığını biliyoruz Türkiye’de... Bir başka gözlem: Ara malı imal eden bazı sanayi kuruluşlarının kapılarını kapattığını gözlüyoruz, birçok malda ithalata dönüldüğünü görüyoruz. Tabii, bunların nedenleri kısmen bildiğimiz şeyler. Dışa açılma, gümrük birliği mutlaka böyle maliyetler getirecekti, işin doğasında var. Herkes her konuda rekabet gücüne sahip olamayacağına göre, bazı ürün gruplarında dışa bağımlılık doğal olarak artacaktır. Buna karşılık da, bizim dış pazarlara erişimimiz başka bazı alanlarda artacaktır ve bu da yapısal bir değişikliği mutlaka getirecektir. Öte yandan bazı kurumların, kuruluşların yatırımlarını yurtdışına kaydırdıkları da bir gerçek. Orada ciddi pazar payları elde ediyorlar ve üretimlerini de oraya taşıyorlar. Bir de, yanılmıyorsam sanayimizin ekonomideki yeri ve Türkiye’nin de üretici ülkeler arasındaki yeri çok fazla değişmiş değil. Ciddi bir üretici ülke, imalat sanayisi ciddi bir güç olarak Türkiye varlığını sürdürüyor gibi görünüyor. Acaba bizim bu açıdan yerimiz nasıl değerlendirilmeli? Türkiye acaba ileri hizmetler sektörünün daha önde olduğu bir ekonomik yapıya geçmek zorunda mı? Böyle bir şey mi olmalı, yoksa “imalat sanayisi yerini koruyamadığı sürece zaten bunu yapamayız” mı diyeceğiz? Gerçekten manzara nedir ve bu gidişat bizi nereye götürür? Bu konularda ne düşünüyorsunuz?