Savaşlar... Dolayısıyla böyle bir büyük risk var tabii.

Savaşlar... Dolayısıyla böyle bir büyük risk var tabii.
Ama şöyle bir şey de var. İki türlü kısıtla iş yapıyoruz. Bir tanesi, bizim iktisat anlayışımızın iktisat teorisinin bütününün üzerine inşa edildiği veri 1940’larda başlıyor. Dolayısıyla şunu söylemek gayet mümkün: Belki bunun bütünü bir “istisna dönemi”ydi zaten.
Tabii, doğru, aynen.
Tamam. Yani o iki dünya savaşının yıkımını görmüş olan bir neslin “bir daha asla” dediği zamanı sen gördün. O nesil gitti artık, onun için de trende dönüyoruz tekrar. O trend de çeşitli monarşiler ve otoriterlikler… Bu olabilir. Şu da olabilir: Daha uzun dönemde bakmak istiyorsanız eğer buna, iktisat diye bir şeyin ayrı bir düşünce olarak ortaya çıkması, sanayi devrimi sonrası. Bunu da düşündüğünüz zaman diyebilirsiniz ki, herkesin karnının doyduğu, herkesin kendisini bir birey olarak hissettiği, bir şey yapabilir hissettiği, bir gelecek düşündüğü koşullar insanlık tarihinde çok yeni fikirler. Biz bunu bir norm kabul ederek yine “buna döneceğiz” diyoruz ama, o gördüğümüz norm, sadece geçtiğimiz 60 senenin normu. Ya bu bir norm değilse, bir istisna ise?.. Ki bu olabilir, o zaman külliyen yanlış yerden konuşuyoruz. O zaman dünyanın normal hali zaten herkesin herkesle savaşta olduğu, işte her ülkenin mutlak bir yöneticisinin olduğu, o mutlak yöneticilerin birbirleriyle toprak için, yağma için savaştığı vs. bir dünya ise, yine buna gideceksek…
İşte orada bir umut da şu: Toprak için savaşmanın anlamı olmayan bir dünyadayız artık biraz... Çok çeşitli alan ve düzeylerde entegrasyonun çok farklı boyutlarda yol aldığı bir dünyadayız; yani Çin’le Amerika’nın bugün toprak için savaşması ne kadar gerçekçi?
Ama buradaki gerçeği dile getirmek önemli değil mi? Biz Türkiye’yi de, dünyayı da bir trend etrafında, konjonktür dalgalanmaları olarak analiz etmeye alışığız. Ama o trend diye bildiğimiz şey de sadece geçtiğimiz 50-60 sene.
Tabii, çok haklısın.
Deneyim ufkumuz aslında çok kısıtlı yani...
Noktayı koyalım mı?
Çok teşekkür ediyorum.