FİKRET ADAMAN ve HANDE PAKER
ile Söyleşi
  • FİKRET ADAMAN

    Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans; Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden doktora derecelerini aldı. Halen Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde profesör olarak çalışmaktadır. Çalışma alanları çevre politikaları, kamu maliyesi, iktisadi düşünce tarihi ve Türkiye’nin ekonomi politiğidir. Makalelerinin yayımlandığı dergiler arasında Antipode, Cambridge Journal of Economics, Conservation Letters, Development and Change, Ecological Economics, Energy Policy, Environmental Politics, New Left Review ve Voluntas bulunmaktadır.

    Editörleri arasında yer aldığı Neoliberal Turkey and its Discontents [Neoliberal Türkiye ve Hoşnutsuzları] en son yayımlanan kitabıdır. 2009 yılından bu yana Avrupa Konseyi’ne Türkiye’nin sosyal politikaları üzerine uzman olarak hizmet vermektedir. 2016 yılından bu yana ise UN Sustainable Development Network Solutions (Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Ağı Çözümleri) Türkiye ayağına bakmaktadır.

  • HANDE PAKER

    McGill Üniversitesi’nde doktora yapmıştır. Yüksek lisans eğitimini McGill Üniversitesi’nde, lisans eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Halen Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesidir. Siyaset sosyolojisi ve politik ekoloji alanlarında çalışmaktadır. Araştırma konuları arasında sivil toplum, devlet, vatandaşlık ve çevre siyaseti bulunmaktadır. Bu çerçevede sivil toplum ve devlet ilişkileri biçimleri, yerel ve küresel eksende çevre politikaları, kozmopolit vatandaşlık ve bilhassa çevre sorunları ve kadın hakları üzerine araştırmalar gerçekleştirmiştir. Voluntas, Environmental Politics, Theory and Society, Middle Eastern Studies gibi uluslararası dergilerde makaleleri yayımlanmıştır. Son olarak sivil toplum oyuncularının iklim değişikliği ve iklim adaleti ile ilgili faaliyetlerini yerel ve ulus ötesi eylem alanlarına odaklanarak analiz eden araştırmalar yürütmektedir.

HP

Tabii bu büyümekten vazgeçmek değil ve uzun dönemde etkin de olmayabilir. Yani eninde sonunda bu bahsettiğimiz paradigma değişikliğini düşünmemiz gerekecek, ama bu arada bu tip dönüşümlerle zaman kazanıyor olabiliriz belki.

FA

Şimdi suların yükselmesinden ayaklarınızın ıslanmaya başlamasına geçildiği an çok önemli. Ama aklımız o zaman başımıza gelse bile maalesef çok geç kalmış olacağız. Yani artık o açıdan hızlı hareket etmek lazım, bu tür felsefi tartışmalar, politik tartışmalar, belki de akademik alandaki çabalar çok önemli ama öbür taraftan da hızlı hareket etmek lazım.

HP

Bir yandan da bir konuyu göz ardı etmemek lazım: Bu paradigma değişikliğini konuşurken bir de adalet boyutu var ve tabii çok adaletsiz bir durum ortaya çıkmış durumda. Bunun ceremesini çekenler de daha hızlı bir dönüşüm, daha radikal bir dönüşüm için bastırıyorlar. Bunun da birtakım sonuçları olabilir dönüşümü hızlandırmakta. Kanada belki şu anda çok endişelenmiyordur “İklim değişikliği ne olacak?” diye, ama ada devletleri ya da Bangladeş gibi ülkeler iklim değişikliğinin etkilerini çok daha yakıcı bir biçimde deneyimliyorlar. O zaman onlar, o pozisyonda olanlar, adaletsizliği çok ciddi bir şekilde yaşayanlar tabii daha hızlı bir dönüşüm için ısrar edecekler ve ediyorlar zaten; bunu istiyorlar, talep ediyorlar. O da dönüşümü hızlandıracak bir şey.

BE

Tabii adaletsizlik, etik sorular burada son derece karmaşık. Çünkü madalyonun bir de öbür yüzü var: “Niye bedelini biz ödeyelim? Bu işlerin acelesi yok” diyenler de var. Değil mi? Bu yük nasıl paylaşılacak meselesi gerçekten çok karmaşık bir sorun. “Gelişmiş ülkeler bunları bal gibi zamanında yapmışlar, şimdi fatura ödemeye sıra gelince fatura bizim sırtımıza biniyor” diyenler var. Nesiller arasında bu yük nasıl paylaşılacak, bu da ayrı bir etik soru yaratıyor. Yani, “Biz gelecek nesilleri kurtarmak için fedakârlıkta niye bulunalım, onlar zaten bizden daha zengin olacaklar, teknolojik imkânları da daha geniş olacak büyük bir ihtimalle. Zaten yıllar içinde, on yıllar içinde ileriye doğru gittiğimizde…”

FA

“Bir çözüm bulunur...”

BE

Belirsizlikler de var. “Teknoloji gelişiyor, çareler bulunur, şimdi niye bizim başımızı derde sokuyorsunuz?” diyenler var. Hatta benim dikkatimi çekti: Son derece ilginç, bu işlerin maliyetini hesaplarken, farklı iskonto oranları kullananlar farklı sonuçlara varıyorlar! Yani, “Farklı hiçbir şey yapmaya gerek yok” diyenler de var, “Aman bir an önce harekete geçelim” diyenler de var. Tamamen matematiği nasıl götürdüklerine bağlı.

FA

Aynen, iskonto oranıyla oynayarak çok farklı sonuçlar çıkartmak mümkün. İşte hemen aksiyona geçmek sonucunu da almak mümkün, ya da “sakin ol canım, heyecanlanma” neticesini de... Tabii ayrıca bu işin bir adalet boyutu da var, sizin de bahsettiğiniz. “Yemeği yedik, şimdi garson hesap!” dediğimiz zaman kim, neyi, nasıl ödeyecek? Bir de tabii bu yemek 19. yüzyıldan beri yenmekte kimileri tarafından, değil mi?

BE

Tabii.

FA

Özetle çevre problemlerinin üç boyutuna vurgu yapmaktayız. Bir, olayın adalet boyutu var. İki, miyopluk boyutu var. Üç, “Birlikte nasıl karar alacağız?” meselesi var. Yani bu üçü iç içe geçmiş durumda. Hem yerelde, hem ulus-devlet seviyesinde hem de uluslararası seviyede bu üç boyuta nasıl yaklaşmak gerekiyor? Elbette en başta bunun içine eğitim giriyor. Hep iklim üzerinden gidiyoruz ama misal, “Çocuğumun oyuncağının pilini çöpe atmışım, ne olmuş, pil bitti, attım çöpe” diyoruz. Burada eğitimin verebileceği bir açılım var.

BE

Eğitim dediniz de... Eğitim konusunda bu uluslararası anlaşmalarda hiçbir yaptırımın yer almaması bana pek doğal gelmiyor doğrusu, çünkü iş sonunda oraya bağlanıyor.

Eğitimle bir bilinç oluşturarak mesafe alabiliyorsunuz, aksi takdirde yaptığınız pek çok şey de boşa gidiyor. Oyuncağın pilini çok güzel örnek verdiniz, daha pek çok örnek verilebilir; bazı ülkelerde görüyoruz, yerde atılmış bir tek çöp yok. Metrelerce genişlikteki, kilometrelerce uzunluktaki kumsallarda yürüyosunuz, bakıyorsunuz, ne bir plastik şişe görüyorsunuz, ne bir çöp parçası görüyorsunuz. Belli ki buraları böyle ordular filan temizlememiş... İnsanlar atmamış, çöpü atmıyorlar insanlar, çünkü okulda zaten bu bilince ulaşıyorlar. Şimdi aynı şekilde sürdürülebilirlik, çevre, iklim konusunda biz eğitim sistemlerimizde bazı konuları zamanında işleyerek eğitim programlarımızın içine oturtmazsak nasıl mesafe alırız, nasıl çözeriz bu işleri; eğitim konusunda ülkelerden istenen taahhütler etkili ve yeterli mi, diye merak ediyorum. Çünkü yanılmıyorsam ülkelerin yarısında eğitim programlarında bu konuda herhangi bir çalışma yok. Bunu insanların düşünmemiş olması sanki mümkün değil gibi geliyor bana. “Eğitim şart”, herkes ezberlemiş, biliyor. O formül her zaman geçerli ve karşımıza çıkıyor.