Hoş geldiniz değerli hocalarım.
Şimdi her şeyden önce, çok iyi bildiğiniz gibi ben bir aile şirketinin ikinci kuşağının temsilcisiyim ve yönetim kurulu başkanlığını yürütüyorum. Çevremde de aile şirketlerinin sık görülen sorunlarıyla boğuşan veya kuşaklar arası geçişin sorunlarıyla baş etmeye çalışan pek çok kurum görüyorum, bunların bazılarını yakından tanıyorum; kurucuları, kurucularının çocukları ve yöneticileri yakın dostlarım arasında. Biraz aile şirketlerinin sorunlarına değinerek tartışmamıza, sohbetimize başlamayı önereceğim. Aile şirketlerinin son dönemlerde fazlasıyla dikkat çektiğini düşünüyorum. Yanılıyor muyum acaba? Yani daha önceleri bu ölçüde bir ilgi var mıydı dünyada? İşte araştırmalar, kurulan dernekler, işletme okullarında verilen dersler, aile şirketlerinin sorunlarına odaklanan birçok toplantı, seminer… Ben çok sık çağrılar alıyorum, konuşma yapmam için.
Biraz ismi büyük olan, çok ortaklı şirketler galiba daha ön plandaydı bir zamanlar. Ama aslında birçok ülkede ekonominin belkemiğini aile şirketlerinin oluşturduğu belki de bugünkü kadar bilinmiyordu. Neyse, biliniyordu ya da bilinmiyordu, ama böyle bir gerçek var: Birçok ekonomide üretimin büyük bir kısmı aile şirketleri tarafından yapılıyor. Bu nedenle aile şirketleri önemli görünüyor ekonomiler için, ülkeler için.
Aile şirketlerinin de kendilerine has problemleri olduğunu biliyoruz. Bu problemlerden bir tanesi aile şirketlerinin uzun ömürlü olamamaları, özellikle kuşaklar arasındaki devirlerde fireler olması. Yani kurucu kuşaktan ikinci kuşağa, sonra hatta daha da önemlisi üçüncü kuşağa geçerken aile şirketlerinin çeşitli nedenlerle yok olmaları. Bütün bunlar da aile şirketlerinin kendi yapılarındaki problemlerden ileri geliyor gibi görünüyor. Son dönemlerde özel sermaye fonlarının ikinci, üçüncü kuşakta başarıları düşen aile şirketlerini satın almaları, ardından yeniden yapılandırma çalışmalarıyla değer yaratmaları iş ve ekonomi gündeminde giderek daha çok yer alıyor. Ancak problemleri olduğu gibi, güçlü yönleri de var aile şirketlerinin. Daha uzun dönemli bir perspektifle yönetilebildikleri için, kısa dönemli değer artışı hedeflerinin ötesindeki amaçlara yönelebiliyorlar. İşin sürdürülebilirliğine ve gelecek kuşaklara sağlıklı devrine daha çok değer veriyorlar. Topluma katkıyı ön plana alarak bazı kısa dönemli avantajlardan feragat edebiliyorlar. Aile şirketleri bünyelerine çeviklik ve kıvraklık sağlayacak unsurları katarlarsa çok başarılı olabiliyorlar. Bunları düşündüğümüz zaman aslında ben aile şirketlerinin geleceği konusunda oldukça iyimserim.
Özellikle ilgimi çeken iki soru var: Birincisi, Türkiye’nin aile şirketleri, kendi türlerinin iyi bilinen hastalıklarıyla baş etmekte ne kadar başarılılar, kendilerini bekleyen sorunlara ne kadar hazırlıklılar? Aile şirketlerinde yönetişimi iyileştirmek için yapılabilecek şeyler neler?
İkincisi de, acaba Türkiye’ye özgü bazı durumlar var mı? Yani bizim kültürümüzden kaynaklanan, aile şirketlerinin sorunlarını belki de daha zorlaştıran, daha kötüleştiren, içinden çıkılması zor hale getiren... Bir örnek vermek gerekirse, bizim toplumumuzda bir güven sorunu olduğundan hep söz ederiz. Bu güven sorunu acaba aile şirketlerini profesyonellere teslim etmekte bir engel oluşturuyor mu? Yorumlarınızla bu konuları biraz irdeleyelim mi?