Yönetim İngilizce management kelimesinin karşılığı, yönetişim ise governance sözünün karşılığı. Birbiriyle ilgili ancak farklı kavramları Türkçede tek kelimeyle, “yönetim” ile ifade edersek kavramı içselleştirerek anlamamız güçleşir. Bu nedenle, bu iki kavramı birbirinden ayırmak çok önemli.
Zaten yönetişim konusunda yeteri kadar güçlü olunmazsa, birisine yönetim yetkisi vermekten de insan korkuyor. İnsanlar bir araya gelip kabileler veya küçük topluluklar halinde bir arada yaşamaya başladıklarından itibaren çatışmaları, farklı çıkarları nasıl yönetecekleri ile ilgili kurallar dizisi koymaya çalışıyorlar. Zamanla kurumlar büyüdükçe, sorunlar çeşitlendikçe de birilerine yetki vermek zorundasınız, günlük yönetimi yapması için. Bu yönetimin doğru gittiğini takip etmek için devletlerde kuvvetler ayrılığı ilkesi, şirketlerde yönetim kurulunun, ailenin rolleri, yani hissedarların ve yönetim kurulunun rolü, keza sivil toplum kuruluşlarında da benzer şekilde mütevelli heyetinin veya genel kurulun seçilen yöneticileri yönlendirme, gözetme ve denetleme rolleri gibi konular yönetişim kavramına giriyor.
Yönetişim şirkette stratejik yönün, yöneticilerin, onların yetki ve sınırlarının ve nasıl kontrol edileceğinin belirlenmesidir. “Ne yapılacağı” ve “hangi sınırlara, kurallara uyularak yapılacağı” sorularını cevaplandırmak yönetişim hakkıdır. Bu sınırlar içerisinde “nasıl yapılacağı” ise yönetim hakkıdır.
Ben sizin söylemiş olduğunuz dört yönetişim ilkesine şu ilkeleri de eklemek istiyorum. Bunlardan birincisi tutarlılık; ne için önemli olduğunu vurgulayayım. Kim ne iş yaparsa yapsın mutlaka başka paydaşlarla ilişki içinde yapar ve onlara ihtiyaç duyar. Her atacağınız adımda herkese neyi neden yaptığınızı anlatmak üzere iletişim kurmak çok pahalı bir iş. Dolayısıyla eğer tutarlıysanız, beklentileri yönetiyorsunuz. Nasıl ekonomide beklentilerin yönetilmesi son derece kritik bir unsursa, bir kurum açısından paydaşlarıyla ilişkide beklentilerin yönetilmesi de son derece önemli. Eğer paydaşlık ilişkilerinde bütün davranışlarında tutarlılık varsa o zaman paydaşların o kuruma duyduğu güven artıyor. Bu demek değildir ki bir yola girdik ve bu yolda asla değişmeyeceğiz. Değişeceği zaman çok daha yoğun bir iletişime girmeniz lazım, insanları ikna etmeniz lazım, ama tutarlılık kavramı bu açıdan önemli diye düşünüyorum.
İkinci bir ilkeden daha bahsetmek istiyorum. Bu da etkililik. Sadece şeffaf, sorumlu, adil olan, ancak sonuç üretemeyen bir yöneticinin yüzüne kimse bakmaz. Önemli olan sonuç üretmek; yani etkililik kavramını koymamız lazım. Zaten yönetişim kavramının esası da, etkili olurken kuralların etrafından dolanarak değil, adil olarak etkili ol, şeffaf olarak etkili ol, hesap verebilir şekilde etkili ol. Yoksa “ben hesap veriyorum ama sonuç üretemiyorum” olmaz, bunun da önemli olduğunu düşünüyorum.
Sonuncusu da katılımcılık ve kapsayıcılık; bunlar da son derece kritik. Çünkü paydaşları karar mekanizmalarında dinleyerek onların endişelerini gidermek uygulamaların sorunsuz ilerlemesi açısından önemli.
Örneğin, tedarikçileriniz sizin nereye gittiğinizi yeteri kadar iyi biliyorlarsa o yöne hazırlanmak için yatırım yapabilirler. Bilmiyorlarsa yatırım yapmazlar, tedarikçiden gelecek kısımda sıkıntı çekersiniz. Dolayısıyla katılımcılık aslında şeffaflığı, hesap verebilirliği de destekleyen, tüm paydaşların karşılıklı güven düzeyini artıran bir ortam yaratan bir kültür. Bu nedenle, iyi yönetişim ilkelerine tutarlılık, katılımcılık ve etkililik boyutlarını da katmamızın değerli olacağı kanısındayım.