İnsan kaynakları konusu anahtar bir konu. Biraz da o alana girelim mi? Artık kuruluşlar arasında yetenekli insanları çekmek için çok yoğun bir rekabet, çetin bir mücadele var. Başarılı olabilmek için herhalde gençlerin beklentilerini, tercihlerini çok iyi anlamak lazım. Sizler gençlere çok yakınsınız, onları biliyorsunuz. Bizim de bazı izlenimlerimiz var.
Günümüzde yetenekli gençlerin pek azı tüm kariyerlerini aynı kuruluşta geçirmek amacıyla hayata atılıyor. Genellikle deneyim kazanmak, bir şeyler öğrenmek ve sonra daha ileri bir aşamada yine yeni seçenekleri değerlendirmek için bir kuruluş seçiyor ve işe başlıyorlar. Bir kuruluşta çok uzun süreli çalışmayı pek övünülecek bir şey olarak da görmüyorlar.
Böyle bir ortamda bizler, kuruluşların tepe yöneticileri olarak, en yetenekli gençleri bulup çıkarmak, onları kuruluşlarımıza çekmek, onları motive etmek, kuruluşumuzda mutlu etmek, geliştirmek ve daha yüksek yönetim kademelerindeki görevlere hazırlamak zorundayız. “Bunları nasıl yapalım?” diye gece gündüz düşünüyoruz.
Bir kere gençlerin sadece parasal kazanç beklemediklerini biliyoruz. Hayatlarına anlam katacak bir şeyler yapmak istiyorlar. Toplumsal sorunlara ilgi gösteren, sosyal sorumluluk sahibi kurumlar bu nedenle gençler için çekici olabiliyor. Ama bunun bir marka değeri haline gelmesi çok önemli. “Biz sosyal sorumluluğa şu kadar para harcıyoruz”, “Biz çevreciyiz”, “Biz okullar yaptırdık” demekle olmuyor. İşte bu nedenle de bu değerleri benimseyen bir kurum kültürünün çok önemli olduğunu düşünüyorum.
İkincisi, gençler kendilerini geliştirmek için olanaklar arıyorlar. Çünkü çağdaş dünyada bilginin hızla çoğaldığını, teknolojilerin olağanüstü bir hızla değiştiğini, bugünün gözde disiplinlerinin yarın unutulacağını, bugün aranan uzmanlık alanlarının yarın belki tamamen robotlara devredileceğini biliyorlar. Bunun yanıtının “sürekli eğitim” olduğunu düşünebiliriz belki, ama eğitim programları çözümün sadece bir bölümü, hatta küçük bir bölümü… Sorunun asıl yanıtı, üst yönetimin liderlik anlayışına dayanıyor. Gençler çalıştıkları insanlardan bir şeyler öğrenmek istiyorlar. Yani o kurumda görev alanların önceliklerini insan yetiştirmeye vermiş olmaları önemli. Aksi takdirde istediğiniz kadar süslü eğitim programları yapın, üniversitelere gidin, sunuşlar yapın, “Bizim şöyle şöyle eğitim programlarımız var” deyin, olmuyor. Eğer o kurumda o kültür yoksa, öyle insanlar çalışmıyorsa, kolay elde edilmiyor. “Öyle insanlar” diye nitelediğimiz kişilerden ise çok fazla yok, çünkü bu kişilerin insan yetiştirme odaklı çalışmaya yönelik bir bakış açısı geliştirmiş olmaları lazım. Yani insan yetiştirmeyi en büyük başarı ölçütlerinden biri olarak görmeleri lazım. Kurum kültürünün de buna göre olması lazım.
İşte sorun galiba burada düğümleniyor. Bir kuruluşun her kademesinde, kendisinden daha iyi insanlarla çalışmaya gayret eden, çalıştırdığı insanlardan öğrenmeye çalışan liderlere ihtiyaç var. İnsan yetiştiren yöneticilerin üst yönetim tarafından kollanması ve ödüllendirilmesi gerekiyor. Hiç kimsenin, “Benim yetiştirdiğim insan beni geçerse ben işimi kaybederim” korkusu içinde olmaması gerekiyor.
Böyle düşünen yöneticiler işe aldıkları gençlere yetki ve sorumluluk vermekten kaçınmıyorlar. Yöneticilerin yetişmesinde en yetkin yöntem de bu oluyor. Sorumluluk almak, yaparak öğrenmek, hatalarından ders almak…